Türk Kıbrıs’tan %36lık Türk Kıbrıs’a geldik. Aramızda bu kadarına bile gerek görmeyenler var orası kesin.

Bağımsızlığını ilan ettiği 1830 yılında sadece 47 bin 516 kilometrekare yüzölçümüne sahip olan ancak çeşitli ayak oyunlarıyla yaklaşık 133 bin kilometrekareye ulaşan Yunanistan’a göre Türkiye hep “işgalci”, ama bakıldığında hiç savaşmadan Batılı devletlerin de desteğiyle yüzölçümünü büyüten Atina hep haklı.

Ayrıca Türkiye’deki statükocu,milliyetçi ve ulusalcıları , Kıbrıs’ın medeni Elen dünyasına girmesini önlemeye çalışan dinozorları , gericileri ve sosyaldemokrat tutucu kafaları da bu vesileyle kınadığımı da özellikle belirtmek isterim. Zekeriya Bey sizi tebrik ediyorum. Vatan Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre’sinde , Millet de Necip Fazıl Kısakürek’in Sakarya’sında çok gerilerde kalmış içi boş kavramlardan ibarettir. Kesinlikle haklısınız.

Hakmış, hukukmuş savunmayacaksınız .Bükemediğiniz eli öpeceksiniz , daha olmazsa yalvaracaksınız ki ne kadar demokrat , ne kadar çağdaş , ne kadar evrensel olduğumuz anlaşılabilsin .

Kısa Yunan Tarihi:

(Türkiye’deki Yunanlılara tarihlerini anımsatmak istedim sadece)

Yunan yayılması, Osmanlı Devleti’nin 24 Nisan 1830’da Yunanistan’ın bağımsızlığını tanımasıyla başladı. Mora, Eğriboz Adası, Kuzey Sporat ile Kiklat adaları, Preveze-Lamia hattının güneyinde kalan bölge bu ülkeye verildi ve böylece yüzölçümü sadece 47 bin 516 kilometrekare olan bir devlet ortaya çıkmış oldu.

1853 Kırım Savaşında İngiliz ve Fransız baskısı ile Rusya’ya karşı bir tutum izlemesi, Rusya ile ilişkilerinin zayıflamasına neden oldu Yunanistan’ın. Rus güdümünden çıkmasıyla birlikte, İngiltere Osmanlı Devleti’ne ait olan yedi adayı 1864 yılında Yunanistan’a armağan etti. Yedi adanın kendisine verilmesi ile Yunanistan’ın yeni yüzölçümü 50.211 kilometrekare oldu.

Türk topraklarına göz diken Yunanistan bununla yetinmedi ve Ege adalarının tümünü ele geçirmek için elinden gelen herşeyi yaptı. 1877-1878 Osmanlı-Rus Harbinin sonucunda Balkan ve Kafkas cephelerinde mağlup olan Osmanlı Devleti büyük toprak kaybına uğradı. Balkanlar da da Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ gibi yeni devletler ortaya çıktı. Bu savaşa katılmayan Yunanistan, savaş esnasında öteden beri göz diktiği Epir ve Teselya’yı işgal etti. Ancak büyük devletlerin baskısı ile kuvvetlerini geri çekmek zorunda kaldı. Savaş sonunda Berlin Konferansı başladı. Osmanlı Devleti Rusya’ya karşı güvence olarak Kıbrıs’ı İngiliz himayesine devretmişti. Osmanlı Devletinin bu zayıf durumundan yararlanmak isteyen Yunanistan barış konferansına katılmak için büyük çaba harcadı ancak bunda başarılı olamadı. Yunanistan bunun üzerine çabalarını konferanstan Epir ve Teselya ile ilgili açık bir madde çıkarmaya yöneltti, bunda da başarılı oldu. 1878 Berlin Antlaşması’nın 24’üncü maddesine göre, Epir ve Teselya ile ilgili sınır düzeltmesi konusunda Türk ve Yunan yetkililer arasında görüşmeler yapıldı. Büyük devletlerin elçilerinin sürekli müdahalesi altında geçen 3 yıllık görüşme maratonu 2 Temmuz 1881’deki İstanbul Elçiler Konferansı ile sona erdi. Buna göre Teselya ile Epir’in Narda kısmı Yunanistan’a verildi. Savaşa girmeden ganimeti alan Yunansitan’ın yeni yüzölçümü de 67.270 kilometrekare oldu.

 

En çok toprak aldıkları dönem

Epir’in tamamını alamayan Yunanistan bir türlü tatmin olamadı. Zaman zaman patlak veren, her defasında da bastırılan Girit isyanı yeniden gündeme getirildi. 1888 yılında Yunanlılar Girit’te çok büyük isyan başlattı. 1897’ye kadar devam eden isyan bastırılamayınca Osmanlı ordusu Yunanistan’a yürüyerek Teselya’yı geri aldı ve Atina yolu açıldı. Ancak büyük devletlerin araya girmesiyle Osmanlı ordusu Teselya’yı boşalttı. Böylece Yunanistan, doğuşundan bu yana ilk defa Türk ordusu ile karşı karşıya geldi ve ilk mağlubiyetin tadını da tatmış oldu. Ama bu mağlubiyete rağmen hiçbir toprak kaybı olmadı.

İtalya, Osmanlı-İtalya savaşından yararlanarak 1911 yılında Rodos, Meis ve Menteşe adalarını işgal etti. Bu gelişme Ege adaları üzerinde Osmanlı ve Yunanlılar’dan sonra üçüncü bir ülkenin hakimiyet dönemini başlattı. 1913 yılında cereyan eden I. Balkan Savaşında Sırp, Karadağ, Bulgar ve Yunan orduları ile savaşan Osmanlı ordusu Midye-Enez hattına kadar çekilmek zorunda kalınca Osmanlı’nın Balkanlar’daki tüm toprakları elden çıkmış oldu.

I. Balkan Savaşı sonunda imzalanan 30 Mayıs 1913 Londra Barış Antlaşması ile

Yunanistan’a; Selanik, Güney Makedonya’nın bir kısmı ve Girit verildi. Böylece Yunanistan yüzölçümünü 97 bin 237 kilometrekareye çıkardı ve yüzde 44.6 oranında en büyük yayılmayı gerçekleştirdi.

II. Balkan Savaşı, Osmanlı Devleti’ni Balkanlar’dan çıkaran diğer devletlerin toprak paylaşımı için çıkardıkları savaş olarak tarihe geçti. Balkan savaşları sonunda galip devletlerin kendi aralarında imzaladıkları 10 Ağustos 1913 tarihli Bükreş Antlaşması’na göre Yunanistan Epir’in tamamını, Selanik, Drama, Kavala ile Güney Makedonya’nın büyük kısmını topraklarına kattı.

II. Balkan Savaşının sonunda kazandığı 5 bin 493 kilometrekarelik yeni topraklarla Yunanistan’ın yüzölçümü 102 bin 730 kilometrekareye ulaştı.

 

Osmanlı cephedeyken işgal

Balkan savaşlarından önce Ege’de Osmanlı donanmasına karşı üstünlük sağlayan Yunan donanması Ilımlı, Semadirek ve Sakız adalarını işgal etti. Amacı Balkan Savaşına girmeden karlı çıkmaktı. Nitekim bu işgaller kırılamayınca İkinci Balkan Savaşı sonunda 13 Şubat 1914 Londra Büyükelçiler Konferansı ile bu adalar Yunanistan’a verildi. Balkan savaşlarında ağır yenilgiye uğrayan ve I. Dünya Savaşına sürüklenen Osmanlı Devleti bir defa daha “Yunan oyunu” ile karşı karşıya kaldı. Bu yayılma ile Yunanistan yüzölçümünü 108 bin 321 kilometrekareye ulaştırdı.

Balkan savaşları sonunda Bulgaristan Batı Trakya’ya sahip oldu. I. Dünya savaşını sona erdiren Neuilly Antlaşması 1919 yılında imzalandı ve Batı Trakya Bulgaristan’dan alınarak Yunanistan’a verildi. Bu şekilde Yunanistan 21 bin 569 kilometrekare genişliğindeki Batı Trakya’nın yeni sahibi oldu ve yüzölçümünü de 129.880 kilometrekareye ulaştırdı.

 

“Hasta Adam” yeniden can buldu

Yunanistan Batı’dan aldığı destekle Anadolu’yu istila hareketine giriţti.

Ancak Türk ordusundan aldığı dersle Anadolu’yu terk etmek durumunda kaldı. Buna rağmen 10 Şubat 1947 Paris Antlaşması ile Menteşe Adaları, Rodos ve Meis Adası Yunanlılara verildi. Böylece Yunanistan topraklarını 132 bin 562 kilometrekareye çıkarmış oldu.

Balkan Savaşının bitiminden bir yıl sonra I. Dünya Savaşına giren Osmanlı, beş cephede çetin savaşlar verdi. Bu cephelerden yalnız Çanakkale’de düşmanı durdurmayı başaran Osmanlı Devleti, harbin sonunda çok büyük maddi ve manevi kayıplara uğradı.

Şimdi sıra Osmanlı devletinin parçalanması ve pay edilmesine gelmişti. Tarih yine tekrarlandı, Yunanistan için inanılmaz bir fırsat doğdu. Megali İdea hedeflerinin ele geçirilmesi için galip devletler ile çok yakın işbirliğine giren Yunanistan, Trakya ve Batı Anadolu’nun işgali konusunda onları ikna etti. Yunanistan 15 Mayıs 1919’da müttefiklerin desteği ile ordularını İzmir’e çıkarmaya başladı. Ancak onları Anadolu’da büyük bir sürpriz bekliyordu. Başlangıçta işgale karşı büyük bir tepki göremeyince cesareti artan Yunanlılar, giderek artan Türk direncini ve Çanakkale’nin büyük askeri Yarbay Mustafa Kemal’i general olarak karşılarında bulunca neye uğradıklarını şaşırdı. Yeniden doğan Türk milleti ve ordusunun gücü karşısında duramayan Yunanlılar, hayal kurmanın bedelini çok ağır ödedi. Yunanlılar büyük maddi ve manevi kayıplar verdiler, Yunan yayılması böylece durduruldu.

Bu yenilgi Yunanlılara, karşılarında yayılmaya dur diyecek bir gücün bulunduğunu ve daima bulunacağını öğretmiş olması açısından tarihi bir ders olarak değerlendirilmeli. Türk Kurtuluş Savaşı sonunda Yunanistan’da cereyan eden iç hesaplaşma tüm boyutları ile incelendiğinde bu yenilginin çok büyük sarsıntılar meydana getirdiği açıkça görülür.

1974 darbesi

Son olarak Yunanistan, göz koyduğu Türk topraklarındaki aşırı histerisini sürdürdü. 1952’de NATO’ya birlikte girdiği Türkiye ile yumuşak ve dostane ilişkileri iyi bir fırsat olarak gören Yunanistan, bu kez emeline ulaşamadı. 1954 yılında hiç vakit kaybetmeyerek, BM’ye başvurarak halkının çoğunluğu Rum olan Kıbrıs’ta olaylar çıkarmaya başladı. Rumlarla birlikte Kıbrıs Türkleri’nin sindirilmesi, göçe zorlanması, haklarının elinden alınması suretiyle İngilizler’in gözü önünde yeni yayılma oyunları sergilemeye başladılar.

Yakın dönemde meydana gelen ve halen sıcaklığını devam ettiren Kıbrıs olayında, 1974 Nikos Samson girişimi ile Yunanistan’ın yayılma planı gerçekleştirilecekti. Olayı hassasiyetle takip eden Türkiye, özellikle Türklerin katlini durdurmak için birkaç kez hava harekatı düzenledi.

Türkiye kararlı tutumunu sürdürerek 1959 ve 1960 Antlaşması ile oluşturulan dengelere son darbeleri vuran Rum-Yunan ikilisine dersini verdi ve adaya 1974 yılında barış getirdi. Oldu-bittiyi kabul etmeyen Türkiye, Türk İstiklal Savaşı’ndan bu yana ilk defa aktif bir şekilde Yunan yayılmasını durdurdu. Kıbrıs’ta bir darbe ile gerçekleşen ve adanın tamamını kapsayan siyasi işgalin yüzde 34’lük bir alanda durdurulmuş olmasını “işgal” olarak nitelemek ancak Yunan standartlarına uygun bir davranış türü. Üstelik çözüme bağlı bir çekilme açıkça deklare edilmişken bunun saptırılması da yayılma politikalarının ince noktalarını oluşturmakta.

 

Politikada değişiklik yok

Kıbrıs Barış Harekatı, Yunanistan’ın bütün adada yayılmasını durdurmakla yalnız Türkler’in değil, Rumlar’ın topraklarının da Yunanistan’ın eline geçmesini önledi. Bu son yayılmanın durdurulmuş olmasına tahammülü olmayan Yunanistan, içinde bulunduğumuz dönemde siyasi oyunlarla yayılmanın devamını sağlamak için yoğun bir gayret içine girdi. Rum Yönetimi’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğe müracaat süreci bunun bir göstergesi. 1996 yılı başlarında Ege Denizi’ndeki Türk kaya parçalarına bile göz dikmesi Yunanistan’ın yayılma politikalarında hiçbir değişiklik olmadığını gösteriyor.

http://www.trncpresidency.org/press/news/turkce/kibris_tarihi.htm

Kıbrıs Tarihi (Özet)

 

1960 Cumhuriyetinin Kuruluţu

Kıbrıs, 1571’de Osmanlılar tarafından fethedilmiş ve 1878’de Büyük Britanya Krallığı’na kiralanana kadar Osmanlı idaresinde kalmıştır. Ancak, adanın idaresi yasal olarak Osmanlılara aitti. 1’inci Dünya savaşı sırasında İngiliz Hükümeti, Osmanlıların Almanya safında savaşa girmesine karşılık, 1914’te adayı tek yanlı olarak ilhak etmiştir. Ada, 1923 Lozan Konferansı’nda resmen İngiltere’ye bırakılmış ve bu durum 1960’a kadar devam etmiştir.

1950’li yıllardan itibaren Kıbrıslı Rumlar, adadaki İngiliz egemenliğine son vermek ve adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) için verdikleri mücadeleyi yoğunlaştırmışlardır. Başpiskopos Makarios, 1 Nisan 1955’te, Rum Ortodoks Kilisesi önderliğinde, bir yer altı örgütü olan ve Enosis için çalışan EOKA adlı tedhiş örgütünü kurmuştur. Yunanistan ise bu terör örgütünün başına General Grivas’ı atamıştır.

Kıbrıslı Türkler ise diğer yanda anti-terörist bir savunma örgütü olan VOLKAN’ı kurmuşlar ve bu örgüt, 1957’de Türk Mukavemet Teşkilatı’na (TMT) dönüşmüştür. Volkan ve TMT’nin kuruluş amacı, Rumların Enosis amaçlarına engel olmaktı.

1958 yılında, Kıbrıslı Türklere ve İngilizlere karşı girişilen silahlı saldırıların dozu artarken, 1959 Şubat’ında Türkiye ve Yunanistan hükümetleri, Zürih’te bir konferansta bir araya gelerek, Türkiye ve Yunanistan’ın himayesinde, bağımsız bir Kıbrıs Cumhuriyetinin kurulmasına karar vermişlerdir.

Daha sonra, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin Dışişleri Bakanlarının ve iki halk temsilcilerinin katılımıyla, Londra Konferansı başlamış, Garanti ve İttifak Anlaşmaları imzalanmış ve Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temel ilkeleri ilan edilmiştir. Böylece, 16 Ağustos 1960’da, Kıbrıs Cumhuriyeti, bağımsız ve egemen bir devlet olarak ilan edilmiştir. Başpiskopos Makarios Cumhuriyetin Cumhurbaşkanı, Dr. Fazıl Küçük ise Cumhurbaşkan Yardımcısı seçilmişlerdir.

1960 Antlaşmalarına göre, Kıbrıslı Türkler, Cumhuriyetin iki eşit, kurucu ortağından biriydi ve egemenliği Rumlarla paylaşmaktaydı. Her iki halkın da kendileri tarafından seçilmiş Cemaat Meclisleri vardı ve din, eğitim, kültür gibi konularda bu meclisler yetkiliydiler. Temsilciler Meclisi’ndeki temsiliyet oranı 35’e 15, Bakanlar Kurulundaki temsiliyet 7’ye 3, devlet memuriyetinde 70’e 30 ve orduda 60’a 40 Rumların lehineydi. Yasa yapmak için, her iki halk meclislerinden ayrı oy çoğunluğu gerekmekteydi ve başta dışişleri olmak üzere, önemli konularda Cumhurbaşkanıyla, Cumhurbaşkan Yardımcısının ayrı veto hakları vardı. Ayrıca iki halkın 5 büyük şehirde ayrı belediyeleri bulunmaktaydı.

 

Cumhuriyetin Yıkılışı

Ne yazık ki, 1960 Cumhuriyeti, Rumların Enosis ülküleri yüzünden fazla yaşayamamıştır. 21 Aralık 1963’te; başta zamanın Cumhurbaşkanı Makarios, İçişleri Bakanı Yorgacis, Meclis Başkanı Klerides, Çalışma Bakanı Papadopulos (şimdiki Cumhurbaşkanı) olmak üzere, Rum-Yunan ikilisi tarafından hazırlanan Akritas Planı çerçevesinde, Türkleri topyekün imha saldırıları başlamıştır. Yunan subayları tarafından gizlice eğitilmiş ve Kıbrıs’ta konuşlandırılmış olan silahlı güçler, Kıbrıslı Türklere her yönden saldırılar başlatmışlardır. On binlerce Kıbrıslı Türk evsiz bırakılarak, göçmen durumuna düşürülmüş ve 11 yıl boyunca saldırılar askeri, sosyal ve ekonomik olarak devam etmiştir. Ancak bu, Kıbrıslı Türkleri, her ne pahasına olursa olsun, egemenlik haklarını korumaktan vaz geçirememiştir. Rumlarca başlatılan silahlı saldırılar, adanın bölünmesine neden olmuş ve 30 Aralık 1963’te İngiliz General tarafından Lefkoşa’yı bölen Yeşil Hat çizilmiştir.

11 acı yıl boyunca, yüzlerce Kıbrıslı Türk öldürülmüş, yaralanmış; bir o kadarı kaçırılmış ve kaybolmuştur. 103 Türk köyü yakılıp yıkılmış, 117 camisi talan edilmiştir. Sonuç olarak, 25 bin Kıbrıslı Türk, kendi ülkelerinde göçmen olmuş ve adanın %3’lük bölümüne sıkıţtırılarak, ablukaya alınmıştır. Böylece Türkler, daha güvenli bölgelere göç ederek, Türk kontrolü altındaki enklavlarda yaşamaya başlamışlardır.

Rum mezaliminden kaçamayanlar ise, kadın, çocuk, erkek demeden öldürülüp, toplu mezarlara gömülmüşlerdir. Birkaç yıl önce açıklanan bir gizli İngiliz belgesinde ise, Türklere uygulanan soykırım anlatılmaktadır. Belgeye göre, saldırılar başlar başlamaz Lefkoşa Genel Hastanesi’ndeki doktor ve hemşireler, Türk hastaları şırınga ile tüm kanlarını çekmek suretiyle öldürmüşler ve bu yetmezmiş gibi, cesetler bir kamyona yüklenip, Lefkoşa dışına çıkarılarak, hasat biçme makinesinde parçalara ayrılarak toplu mezarlara gömülmüştür.

11 yıl boyunca Kıbrıs Türkleri direnişe devam etmiş ve haklarıyla egemenliklerini korumuşlardır. Sonuç olarak, Yunanlı subaylar, Enosis’in son adımı olan 15 Temmuz 1974 darbesini başlatınca, Türkiye buna, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile cevap vermiş ve Kıbrıslı Türklerin acılarını dindirmiştir. O zaman beri, adada barış ve huzur hüküm sürmektedir.

 

1974 Olayları

15 Temmuz 1974’te, Makarios’u devirmek ve ünlü terörist Sampson’u Cumhurbaşkanı ilan etmek için Yunan orduları Kıbrıs’a çıkmıştır. Darbe başladıktan sonra Junta, hem kendi soydaşı olan Kıbrıslı Rumları, hem de Türkleri öldürmeye başlamıştır. Kıbrıslı Türklerin yardım çağrısına Türkiye’den cevap gelmiş ve 20 Temmuz 1974’te Türkiye, soydaşlarını kurtarmak için, 1960 Garanti Anlaşmasındaki haklarına dayanarak, adaya ordularını göndermiştir. Bu müdahale, Kıbrıslı Türklerce “Barış Operasyonu” olarak adlandırılmıştır ve Garanti Anlaşması’nın dördüncü maddesine göre tamamen yasaldır.

İki günlük bir çarpışmadan sonra, 22 Temmuz 1974’te BM’nin ateş-kes kararı kabul edilmiştir. Ancak bu ateş-kes, Kıbrıslı Türklere beklenen rahatlamayı getirmemiştir. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında 25 Temmuz’da Cenevre’de yapılan konferansın ardından, 30 Temmuz 1974’te Cenevre Deklarasyonu imzalanmıştır. Ne var ki Rumlar, anlaşmaya uymamış ve soykırıma devam etmişlerdir. Bunun üzerine zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, 14 Ağustos 74’te ikinci operasyonu başlatmıştır. Amaç, Kıbrıslı Türklerin acılarına son vermekti.

Tüm bu olaylardan sonra Türkiye, yasal askeri müdahalesiyle adaya barış ve huzur getirmiştir. O günden beri, bazı sınır olayları haricinde, adada kan dökülmemiştir.

 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşu

Kıbrıs Türk halkı, tarihinde hiçbir zaman Rumlar tarafından yönetilmemiştir. Ortaklık Cumhuriyetinden Rumlar tarafından silah zoruyla atıldıktan sonra da kendi yönetimlerini kurmuştur. Önce, 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, ardından da 15 Kasım 1983 tarihinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.

15 Kasım 1983’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi tarafından oybirliği ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanı, Kıbrıs Türk halkının egemenliğine sahip çıktığının ve self-determinasyon hakkını kullandığının açık tescilidir.

1974’TE RUMLARIN YAPTIĞI İNSANLIK DIŞI KATLİAMLARDAN KURTULAN GÖZ

ŞAHİTLERİNİN VE KAYIP YAKINLARININ İFADELERİ

1974’te 1’inci ve 2’nci Barış harekatları arasında, Kıbrıs Rumları ile adadaki Yunan askerleri, Türk askerlerinin henüz ulaşamadığı Türk köylerinde büyük katliamlar yapmışlardır.

Yalnız Taşkent, Mari ve Terazi köylerinden alınan 90 Türk köylüsü ile Atlılar, Muratağa ve Sandallar’daki tüm sivil Türkler katledilmiştir.

Katliamların görgü tanıkları ve yabancı basın ile BM Barış Gücü askerlerinin gözleri önünde açılan katliam çukurları her türlü inkarı yalanlamakta ve bu katliamlar, Türk Barış Harekatının haklılığını en kesin ve açık şekilde gözler önüne sermektedir.

İşte katliamlardan kurtulanların kendi ifadeleri ile gördükleri ve yaşadıkları:

 

TAŞKENT (TOKHI) KATLİAMI

Göz şahidi: Halen hayatta olan KKTC vatandaşı Suat Hüseyin olayı şöyle anlatıyor:

“14 Ağustos 1974 günü 20 kadar silahlı Rum, köyümüz Taşkent’e (Tokhni’ye) geldi. Yaşları 13 ile 74 arasında olan ve aralarında benim de bulunduğum 70 kadar Türk erkeğini köy okulunda topladılar. Ertesi gün komşu Türk köyleri Tatlısu (Mari) ve Terazi’den (Zigi) topladıkları 15 Türk’ü daha bizim bulunduğumuz yere getirdiler. Daha sonra bizi iki gruba ayırdılar. Ben otomatik silahlı dört Rum’un kontrolünde olan 50 kişilik ilk grup arasında bulunuyordum. Emir vererek bizi otobüslere bindirdiler. Limasol istikametinde yol almağa başladık. Ayia Phyla ve Palodhia köyleri yol kavşağına gelince bizi otobüslerden indirdiler ve arazide ıssız bir yere kadar yürüttüler. Bizi götürdükleri yerde yeni kazılmış büyükçe iki çukur olduğunu gördüm. Bizi bu çukurların yanında yere oturttular ve her birimize birer sigara verdiler. Zannedersem sigaralardan 3’er nefes çekebilmiştik. Silahlı Rumlar ellerindeki otomatik silahlarla ansızın üzerimize ateşe başladılar. Ben kolumdan ve kalçamdan yaralandım ve diğer vurulan köylülerimin üzerine yığıldım. Yüzüm gözüm kan içinde kalmıştı. Hemen yakınımdaki arkadaşımın beyni parçalanmıştı. Silahlı Rumlar beni de öldü sandılar. Aralarından Yunan şivesi ile konuşan birisinin “işleri tamam, buldozeri getirip bunları gömelim” dediğini duydum. Tümü de oradan ayrılınca ben hemen yakındaki ağaçlar arasına saklandım. Yaram pek ağır değildi ama acıyordu. Dağlarda 6 gün kadar saklanarak yol aldım. Sonunda Mutluyaka (Mouttayiaka) köyüne ulaşmayı başardım. Oradan bir BM ambulansı ile Piskopu (Episkopi) Üsler bölgesine götürüldüm.”

 

TERAZİ ( ZİGİ) KATLİAMI

Göz ţahidi: Halen hayatta olan ve 4 çocuk annesi Terazi’li Naciye Turgut’un ifadesi:

“Tokhni’li Andriko Melani ile Stasis Aradipyotis, Maroni’li Akis ile bazı Kıbrıs Rum Milli Muhafız Gücü askerleri 14 Ağustos 1974 günü evimize gelip kocamla görüşmek istediler.

Kocamı sorguya çekmek istediklerini söyleyerek kocamla beraber 24 yaşındaki ikiz kardeşim Arif Hüseyin Ahmet’i ve diğer 13 erkeği daha alıp götürdüler. Onları bir daha görmedik.

Köyümüze gelen Rum polislerden erkeklerimizin akıbetini her sorduğumuzda, ‘ihtiyaçlarınızı yerine getirmeye hazırız’ diyorlardı.”

Göz şahidi: Halen hayatta olan ve 1 çocuk annesi Terazi’li Mihraciye Hasan olayı şöyle anlatıyor:

“Silahla mücehhez Tokhni’li Androniko Melani ile bazı Kıbrıs Rum Milli Muhafız Gücü askerleri 14.8.1974 tarihinde evimize gelip kocamı alıp götürdüler. Melani bana, kocamın sorguya çekildikten sonra serbest bırakılacağını söyledi. Kocamla beraber Turgut ve Erdoğan Hüseyin isimli kardeşlerimi de alıp götürdüler. Onları bir daha görmedik.”

 

KAYIPLAR

Kıbrıs Türk toplumunun Kıbrıs olaylarında 800’ü aşkın kaybı vardır. bu kişiler silahlı Rum çeteleri ve sözde polisleri tarafından yollardan, evlerinden, bahçelerinden, işyerlerinden alınmışlar ve bir daha güneş yüzü görmemişlerdir.

Arkada bırakılan acılı aileleri, her güne yeni bir umutla başlamışlar, ancak yıllar süren bu bekleyişten umutlarını bulamamışlardır. Rumların ölüm makineleri sevdiklerinin üzerinden geçmiş, onları yok etmiştir.

Türk toplumu yöneticileri bu insancıl konuyu propaganda maksatları için istismar etmemişler, acılı ailelerin yaralarını sarmakla yetinmişlerdir. Halbuki Rum liderleri, kendi içi savaları sırasında katledilen Rumları da propaganda maksatları için istismar etmekte ve gerçek dışı bir iddia ile tüm sorumluluğu Türklerin üzerine yıkarak acılı ailelerin yaralarını devamlı deşme pahasına, bu insancıl konuyu gayri insani bir tutumla canlı tutmaya çalışmaktadırlar.

Bu konuda Türk kayıplarla ilgili iki olayı, iki göz şahidinin ifadesine dayanarak gözler önüne sermekle yetiniyoruz.

Göz şahidi Havva Kemal, (Çiftlikler Bölgesi, Limasol) eşi ve damadının Rumlar tarafından kaçırılarak yok edilişini şöyle anlatıyor:

“15 Ağustos 1974’te siyah ve üzerinde plaka numarası olmayan bir otobüs içerisinde 3-4 Rum askeri geldi. İkisi evimize gelip, biri içeriye girdi, diğeri ise dışarıda kaldı. Kocam Kemal Ahmet Vinççi (56) ve damadım Musa Selim (25) evde idi. Akşam karanlığı basıyordu. Rum askerleri her ikisini de alıp otobüsle ayrıldılar. Onları bir daha görmedim.”

Göz ţahidi Enver Ali Beyit, (Çiftlikler Bölgesi, Limasol) oğlunun ve diğer tanıdıklarının Rumlar tarafından bir daha dönmemek üzere götürülüşünü şöyle dile getiriyor:

“15 Ağustos 1974’te saat 9.30’da CY40 plaka numaralı bir Rum polis landroveri içerisinde üniformalı Rumlar, evime gelerek 26 yaşındaki oğlum Erdoğan Enver’i alıp götürdüler. Oğlumu alıp götüren Rumlar Zakaki köyünden Yorgalla’nın oğlu Androniko Garabi, İpsara’nın oğlu Kseni, Zakakili Andrea, Andrea Korkati, Perikli Lazari ve kayınbiraderi Aleksis idi. Aynı gün öğleden sonra Rumlar, Çiftlikler bölgesinden komşumuz Nahit Salih (40), oğlu Hasan Nahit (18), Kemal Ahmet (50), damadı Musa Selim ve Faruk Şükrü’yü bir otobüsle alıp götürdüler.

14 Ağustos 1974’te de Rumlar Ünal isminde bir genci alıp götürdüler. Rumlar tarafından kaçırılan bu Türklerden şimdiye kadar hiçbir haber alınamadı. Bütün bu kaçırılan ve hala daha kayıp olan Türklerin esas sorumlusu, Çiftlikler bölgesinde bir dökümhanesi olan Takis Nemitsas’tır. Ben onun iyi bir insan olduğunu zannetmiştim. Olaylar başlayınca onu bir yüzbaşı üniforması ile gördük. Oğlum Erdoğan da onun atölyesinde çalışıyordu. 15 Ağustos 1974’te sabah saat 6.00’da Rumlar evimize gelip tüm eşyalarımızı kırdılar.”

 

DÜNYA BASININDA BARIŞ HAREKATI VE KATLİAMLAR

 

Sunday Mirror

Sunday Mirror, Kıbrıs’taki harekatta tetiği kimin çektiği sorusuna “Atina’daki caniler ve Yunan Cuntacılar” cevabını vermiştir.

Corriera Della Sera (İtalya)

Adada faşist ve teröre dayalı bir yönetimin kurulmasına NATO’nun kesinlikle göz yummaması gerekir. Türkler, anlaşmaların kendilerine verdiği haklara dayanarak bu harekatı gerçekleştirdiler.

 

Washington Post

Yunanlıların hayallerinde yaşattıkları Kıbrıs’ın Yunanistan’a bağlanması olayını destekleyen darbe, Türkiye’nin, adanın özgürlük, güvenlik ve toprak bütünlüğünün korunması için yasal bir harekat yapmasını zorunlu kılmıştır.

 

The Times

Zürih anlaşmasının Yunanlılar tarafından ihlali, Kıbrıs harekatına neden olmuştur. Yunanlılar, Kıbrıs’ı her yönden işgal etmişler ve özgürlüğünü kısıtlamışlardır. Birçok etken Türkiye Başbakanı Ecevit’in haklılığını ortaya çıkarmıştır.

 

Alman Radyosu

Sorunu barışçı yollardan çözümlemeye çalışan Türkiye Başbakanı Ecevit’in çabaları, Atina’daki Cunta’nın anlaşmaz ve inatçı tutumu dolayısıyla engellenmiştir. Londra ve Zürih anlaşmalarının kendisine verdiği haklarla Türkiye, duruma müdahale etmiştir.

Görgü tanıkları Mrs. Ingrid HABEL ve ABD, UPI Ajansı muhabiri:

“İnsanlık aklı Yunanlıların Kıbrıs’ta yaptığı bu cellatlığı asla kabul edemez. Türk evlerine giren Yunan-Rum milli muhafızları, kadın ve çocukların üzerine mermi yağdırıyor, büyükleri boğazlıyorlardı...”

“Yunanlılar, Limasol’da pek çok kadın ve çocuğu öldürdü. Yol üstünde 20 çocuk cesedi gördüm. Yunanlı askerler evlerine girip, kadın öldürmek için akbabalar gibi beklemektedirler.”

Görgü tanığı, France Soir gazetesi muhabiri:

“Son derece utandırıcı olayları kendi gözlerimle gördüm. Rumlar, Türk camilerini yaktılar ve Mağusa civarındaki köylerde bulunan Türk evlerini ateşe verdiler. Silahı ve savunması olmayan Türk köylüleri, Rum çapulcular tarafından yaratılmış vahşet havası içinde yaşamaktadırlar. Ellerinde bazukaları olan Rumlar, Türk köylerinde büyük kargaşalara sebep olmaktadırlar. Rumların bu hareketleri insanlık namına utanç vericidir.”

Görgü tanığı Washington Post gazetesi muhabiri:

“Larnaka yakınındaki Alaminyos köyünde 25 ile 55 yaşları arasında 14 Türk öldürülmüş ve cesetleri buldozerlerle bir çukura doldurulmuştur. Limasol yakınında küçük bir Türk köyüne Rumların yaptığı baskın sonucu 200 kişiden 36’sı öldürülmüştür. Rumlar, Türk kuvvetleri gelinceye kadar Türklerin öldürülmesi için emir aldıklarını söylemektedirler.”

Görgü tanığı, Hans Janitscher, dünyadaki Sosyal Demokrat partilerin bir merkezi kuruluţu olan Sosyalist Enternasyonal Örgütü Genel Sekreteri:

“Yunan taraftarı Nikos Sampson’un emrindeki muhafız gücü, son hafta içinde 2 bini şakın Makarios taraftarı Kıbrıslı Rum’u darbe sırasındaki çarpışmalarda ve darbeden sonra idam ederek öldürdü.”

Görgü tanığı, Bild gazetesi muhabiri:

“Rumlar, Türk köylerine kana susamış caniler gibi baskınlar yaparak sivil halkı feci şekilde öldürdüler.”

Görgü tanığı, Aligis (Rum):

“Limasol’daydım, bir okula sığınmış 14 Türk vardı. Rum ulusal muhafızları okulu kuşattılar ve Türkler teslim olunca hepsini teker teker kurşunlayıp öldürdüler.”

Görgü tanığı, Kurt Lariken, Die Welt gazetesi muhabiri:

“Rum ulusal birlikleri Türk köy ve kasabalarında kadın, çoluk çocuk bütün sivil halkı gaddarca öldürüyorlardı.”

UPI, 20 Ağustos 1974:

“Her saat yeni hendekler ve sayısız cesetler bulunmaktadır. Bu işe dayanmak zordur.”